Bir Rüyaya Ağıt

Umudun sembolleridir gözyaşları. Bir milletin, cefa tünelinden geçerken akıttığı gözyaşlarıdır o tünelin sonundaki ışık. Ve umuttur, kaynağından çıkıp yüreklere doğan gün ışığı. O gün ışığıdır ki, umut doldururken gönülleri, sevinç damlaları ekler buğulu gözlere. Yağmur, hasretinden yolları ezberlemiş gözlerden akan damlalarla hayat olur toprağa. Umuttur gözyaşları, aleme, insanlığa. Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz diyen şairin, “Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun”, demesiydi umut. Ve ağlamasıydı bir çocuğun, dünyanın her dakika yangın yeri olmasına.

Umudun hayaliydi geceler. Geceler umuttu sıkılmış yüreklere. Güneşten daha parlak güneşlere sahip karanlık bir deryada, avuçlarda biriken damlaların sevinciydi yaşamak. Geceler, hayaldi atiye. Ve mazinin karanlığına güneşti geceler. Umut sembolleri gece hasat edilir mermahet tarlalarında. Gecenin bereketiyle parlar yıldızlar. Gecenin nuru ile aydınlanır yürekler. Ve merhamet ile doğar gece, kapkaranlık gündüze.

Hayatın zorlukları bir cendere gibi ezdikçe masum yürekleri, aktıkça gönüllerden ıstırap gözyaşları, kurudukça bir hainin harareti ile hayal aleminin toprakları, bir merhamet doğar geceye, umut adında. Sert geçen kışın, metrelerce yorgan örttüğü toprağın altında boy veren kardelenlerin bir kış boyunca can suyu olan umuttur zorluklara çekilen sünger. Hayatın her anında, bir sonraki dakikaya götürendir insanı, ellerinden tutarak.

Merhametin çocuğu, gözyaşları, birikti yıllarca tarumar topraklarda. Bentler ardına gizlenmiş, merhamet çeşmelerine gidecek olan oluk oluk umut, kendisine dur diyen hain bentleri, Hu nidalarıyla yıkıp geçince, kocaman düzlüklere can geldi bir göl dolusu merhamet ile. Kuşlar göçmüşlerdi çoktan ama, yuvalarını kaldırıp getirdiler tarumar topraklara. Ceylanlar kaçtıkları yere geri döndüler yaban ellerden. Arılar uçuşuverdi umut ile günlerce. Kocaman düzlükler kupkuru topraklardan arınıp yemyeşil düzlükler oluverdiler.

Merhametin çocukları, umudun sembolleri, gecenin hüzün dolu karanlıklarından çıkıp gelmişlerdi. O kadar yolu kat edip doğmuşlardı karanlık topraklara. Ve günlerce beklediler, ümitle, kardeşlerini. Kardeşleri ise onları yalnız bıraktılar. Gecelere doğan apaydınlık güneşler, yemyeşil düzlüklere kanan merhameti eksik gönüllere doğmadılar yıllarca. Gönüllerden gelmedi takviye umutlar, rehavetten. Boy veren başaklar, çiçek açan ağaçlar, uçuşan kuşlar, arılar… Hiç gelmeselerdi en azından, görmezlerdi hüzünlü sonlarını. Bir kardeşin bir kardeşini dişlemesini. Ve bir toprağın tüm gücünü kaybetmesini.

Ağla! Ağıt yakan ana yüreği! Ağla şimdi tuzlu sular aksın toprağa! Kurusun iyice kuru topraklar, ağıdınla. Rüyaların sonuna doğmuş göz açışlara ağla! Ağla ölü bedenlerine rengarenk kuşların, ağla toprağa düşmüş bal arılarına. Ağla! Preslenmiş, ezilmiş, paramparça olmuş çiçeğe! Ağla ve yükselt sularını şimdi, kocaman mezarların.

Rüyamıza ağla ana! Ağıt yak dağ başlarında. Ağıt yak ovalarda. Ağıt yak zindanlarda. Ağıt yak toprağın altında.

Yaşamın, hayatın sürdüğü tek yer olan mezarlara ağla! Ölü adamların adımlarını attıkları geçmişe ağla. Rüyana ağla bu karanlık topraklarda. Tünelin ucunda ışık yanar belki! Ağla!