Dunkirk’ten Kaçarken

II. Dünya Savaşı ile ilgili bugüne kadar birçok film çekildi. Kimisi Yahudi’lerin yaşadığı dramı anlatıyordu, kimisi savaş ortamını canlandırıyordu, kimisi de kör göze parmak cinsinden Amerikan milliyetçiliği kasıyordu. Hepsi, en nihayetinde Alman’ların nasıl yenildiğini, madara olduğunu gösteriyor ve nasıl büyük bir zafer kazanıldığını beyaz perdeye yansıtıyor. Tarihi, zafer kazanmışlar yazarlar, doğru, bu sebeple de II. Dünya Savaşı filmlerini çoğu zaman Amerikalı’ların gözünden izledik. Ya da filmin bir yerinde bayraklarını sallaya sallaya gelip nasıl savaşı kazandıklarını gördük. Hollywood sineması budur ve bundan sonra da böyle olmaya devam edecek. Fakat, geçen sene bu zamanlar ünlü yönetmen Christopher Nolan’ın yeni film çekeceğini duyup bunun II. Dünya Savaşı filmi olduğunu öğrendiğimizde açıkçası hem biraz sevinmiş hem de biraz korkmuştuk. Sevincimiz, sevdiğimiz yönetmenin yeni filminin çıkacak olmasıydı, korkumuz da klişe bir film çekilmesiydi. Dunkirk filmini bu sebeple hep bir endişe ile bekledik.

Filmi geçen hafta izleme fırsatım olunca geçen zamanda yaşadığımız tedirginliğin gereksiz olduğunu gördüm. Christopher Nolan, İngilizler’in meşhur “topuklama” olayını kullanarak, aksiyonsuz, dramsız, hatta Almansız bir savaş filmi çekmiş. Öyle bir çalışma ortaya koymuş ki, bir belgesel olarak da görebilirsiniz, bir şiir denemesi olarak da…

Bu kısımdan sonrasını filmi izlemeyenler okumasınlar lütfen 🙂

Dunkirk, Fransa’nın Manş Denizi kıyısındaki bir sahil şehri. Müttefik kuvvetlerin 400 bine yakın askeri Nazi’ler tarafından kıstırılmış durumda ve acilen bu askerlerin kaçması lazım. Tüm olay bundan ibaret. Lakin film, daha doğrusu yönetmen, trajik sonla bitebilecek ve bir savaşın kaderini değiştirebilecek olayı bu olayı öyle bir anlatıyor ki, klişeye dalmadan, gereksiz milliyetçilik yapmadan, dram vermeden, salt insan psikolojisi ve savaş ortamı yaratarak “işte çok sevdiğiniz savaş bu” diyor. Dunkirk, altındaki derin anlamı kavrayamayanlar için can sıkıcı bir belgesel havasında ilerleyen, kavrayanlar için de “savaş ne iğrenç bir şeymiş” fikrini veren bir film.

Hikayesinden bahsetmeyeceğim zira anlatılması gereken bir hikaye mevcut değil. Abartmış olabilirim ama gerçek bu. Bir kaçış hikayesi var ve Nolan 3 farklı açıdan bu kaçışı bize göstermeye çalışıyor. Birincisi 1 haftalık kıstırılma durumu, ikincisi 1 günlük, sivil gemilerin savaşa dahil olma olayı, üçüncüsü de 1 saatlik bir “it dalaşı”. Hepsini farklı açılardan, farklı şekillerde, farklı zamanlarda öyle bir harmanlamış ki Nolan, savaşın bizzat içinde hissediyorsunuz kendinizi. Bir yanda kafanızın yanında patlayan bombalar, diğer yanda kocaman bir boğazı geçmeye çalışan minik bir teknedeki heyecan, diğer yanda sınırlı yakıtla it dalaşı yapan zamanının en üstün teknolojisine sahip uçaklar bulunuyor. Siz, size gösterilenle bir savaştaymış gibi o anları yaşıyorsunuz. En nihayetinde eve sağ salim dönmenin de bir zafer olduğunu gösteren sahnelerle “adam yapmış” diyorsunuz.

Dunkirk, savaş kavramını FPS oyunlarında sınırsız canla öğrenen günümüz insanına tokat gibi bir film. Gerçek savaş bu değil diyor ve çok sevdiğiniz ve “çıksa da kurşun sıka sıka düşman öldürsek” diye can attığınız savaşın ne olduğunu gösteriyor. Salt insan psikolojisini, zorda kaldığında hayvani içgüdülerin ortaya çıkmasını, kazanma hırsı ve tamamen taktiksel bir hata sonucu, tamamen tesadüfen nasıl hayatta kalınır bunu çok rahat görüyorsunuz. Kahramanlık yapmanın, dostluğun, arkadaşlığın, başkaları için kendi çıkarlarından vazgeçmenin çok az görüldüğü bir savaş ortamı betimlenmiş. Kaçmak için fırsat kollayan “kahraman” askerlerin basit bir atış taliminde nasıl korkudan ne yaptıklarını bilmediklerini görüyorsunuz. Ve şunun farkında varıyorsunuz. Günümüz insanı bir savaş sırasında gerçekten böyle davranacaktır. Filmin bence en büyük mesajı bu. Savaşın iğrençliği bir yana, iğrenç insan psikolojisini de gözler önüne seriyor Nolan.

Nolan, “yedinci sanat” ile yazdığı şiiriyle, savaş kavramına farklı bir itirazda bulunmuş ve bugünün savaş görmemiş “rahat” insanlarına bir şeyler anlatmaya çalışmış. Bunu böyle algılarsanız oldukça istifade edeceğiniz bir film Dunkirk. Savaş filmi nazarıyla bakarsanız da II. Dünya Savaşı’na dair bir belgesel izlemiş olursunuz.

Interstellar’dan aklımıza kazınmış özel kamera açısı (uzay aracından dışarıyı gösteren açı. Bu filmde de savaş uçaklarında kullanılmış) ile görüntünün doruklarına ulaşan film, senaryosu ile baştan sona gerilim içeriyor. Filmin nasıl geçtiğini bir türlü anlamıyorsunuz ve filmin içinde kendinizi buluyorsunuz. Bunda Hans Zimmer’ın da oldukça büyük payı var.

Film, 1 saat 39 dakika sürüyor. Nolan’ın en kısa ikinci filmi olarak kayıtlara geçmiş durumda. Tam dozunda olan süresi ile ne sıkıyor, ne de “çok çabuk bitti” dedirtiyor. Çekim açıları, teknik, sinematografi, ses ve en önemlisi müziği ile çok özel bir yapım olmuş. Özellikle soundtrack albümünü dinlemenizi tavsiye ederim.

IMDB’de Kaç Puan Verdim?

Filme IMDB’de 8 puan verdim. Sebebi de, filmin sonuna bir şekilde sıkıştırılmış birkaç sahne ve Nolan’dan daha iyi bir film beklentisiydi.

Soundtrack Albümü: