La Casa De Papel Dizi Yorum

Sık dizi izleyen birisi değilim. Özellikle devam eden dizileri takip etmeyi hiç sevmem. Belki de bu yüzden aşırı seçici ve senede maksimum 2 adet dizi bitiren biriyimdir. Son zamanlarda Netflix’e gelmesiyle ortalığı kasıp kavuran La Casa De Papel dizisine de ilk başlarda önyargılı bakmış ve uzun bir süre uzak tutmuştum kendimi. Ama dizinin 15 (Netflix versiyonuyla 19) bölüm olması ve bitmiş olması ile yeni bir dizi serüveni de benim için başlamış oldu. Özellikle Ekşi Sözlük’teki yorumları olabildiğince spoiler’sız okuyarak bilgi edindim ve diziyi izlemeye başladım. IMDB puanı bana çok şey anlatır, bu dizinin de puanı çok şey anlattı. İlk aşamada beklentimi oldukça düşürdüm ve kendimi dizinin atmosferine bıraktım. Sonuç olarak da “eh işte” bir konu ve hikaye ile birlikte sürükleyici bir kurguya şahit olmuş oldum.

Karşılıksız Robin Hood’culuk!

Soygun senaryoları, genelde bir amaç uğruna yapılır. Filmlerdeki merak duygusu ve izleyicinin “illegal” adamlara ilgi duymasını ancak bu şekilde sağlayabilirsiniz. Saf kötülük için faaliyette bulunan karakterler, aşırı derecede karizmatik değillerse, izleyici tarafından kabul edilmezler. Bu sebeple de senaristler kötülük işleyecek adamları, izleyiciye kabul ettirmek için “beyaz” amaçlar yüklerler. La Casa De Papel beyaz amaçlarını kullanarak soygun girişiminde bulunan 9 hırsızdan oluşan bir çeteyi anlatıyor. Amaçları, İspanyol Kraliyet Darphanesi‘ni soymak. Ama bunu gerçekleştirirken halkın parasını değil, olmayan parayı çalmayı planlıyorlar.

Bu kısım spoiler içerir

Dizide 9 adet suçlu bulunuyor. Tüm soygunu planlayan Profesör, onun en güvendiği isim Berlin, ne amaçla gruba dahil olduğu bilinmeyen ama başrolde bulunan kadın karakter Tokyo, tünel kazmakta mahir Moskova, Moskova’nın oğlu Denver, her soygunda ihtiyaç duyulan asker üye kontenjanını dolduran Oslo ve Helsinki, bilgisayar uzmanı Rio ve sahte para uzmanı Nairobi.

Profesör soygunun beyni. Tüm süreci planlayan, her ayrıntısına kadar düşünen, suçluları ona göre seçen ve planı bunlara 5 ay boyunca anlatan kişi Profesör. Dizi, profesörün ekibi toplaması ve soyguna başlaması ile başlıyor. Yani ilk bölümden itibaren direkt olarak olaya dahil oluyoruz. La Casa De Papel dizisinin en büyük artısı bu. Senaryo her ne kadar basit, bir şey vaat etmeyen, sonu muallak da olsa belli bir şekilde olsa da heyecan seviyesi yüksek bir şekilde başlıyor ve her bölüm merak içerisinde oluyorsunuz.

İlk bölümden itibaren içeri girip soygunu gerçekleştiren ekip, sahte kaçışlar, yanıltmalar, taktiksel hamlelerle polisi ve tüm dünyayı oyalıyor. İçeride çokça aksilik yaşıyorlar, ekip olarak dağılıyor, fikir ayrılıklarına düşüyor, parçalanıyorlar hatta ölenler oluyor. Ama tüm olay “vakit nakittir” olayına bağlanıyor. Çünkü ekip, karşılıksız gerçek para basıyor. Soygunun “ahlaki” kısmı da bu oluyor. Bella Ciao ve biraz sosyalizm sosuyla soygun meşru hale getiriliyor. İzleyenler gazlarını aldıktan sonra “adam haklı beyler” moduna girip soyguncuların tarafına geçiyor.

Tüm bölümlerde birçok olay yaşanıyor, iç çatışmalar, aksilikler, dışarıdan gelen baskılar, açığa çıkmalar derken 19 bölüm bir çırpıda bitiveriyor. Özellikle, senaryo ayakta kalsın diye soyguncuların sürekli olarak birbirlerine silah çekmesi, içerideki adamların kaçmak üzere hamleler yapması, dışarıdaki polislerin birbirinden “ahmak” oluşu bir yerden sonra can sıkıyor. Mantık hataları da üst üste eklenince, diziyi izleyerek geçirdiğiniz vakitlerden geriye kalan sadece biraz heyecan ve birkaç güzel sahne oluyor.

Özellikle, ilk başından beri rehineler için operasyonu erteleyip duran polis ekibi en büyük mantık hatasına imza atıyor. Tamam, içeride rehine olan bir diplomat kızı var kabul. Fakat bu olay gerçekte yaşansa “onlarca” penceresi olan binaya bir yerden girip en başta tüm soyguncuları temizleyebilirler. Bunun haricinde binaya sürekli olarak enerji vermek de işin cabası. Tamam, koskoca darphanede mutlaka jeneratör vardır fakat bir yerde elektrik kesintisinin kullanılması işi en başında bitirebilecek bir olay olacaktı. Mantık hataları bunlarla da sınırlı değil tabii ki. Ama genel olarak işleri rast giden bir ekiple karşılaşıyoruz. Detaylı olarak plan yapmış olsa da Profesör’ün sürekli olarak işinin rast gitmesiyle soygun başarıya ulaşıyor. Örneğin, daha dizinin en başında Müfettiş Raquel ile sahte kimliğiyle ilişki kurmaya çalışan Profesör, müfettişin şarjı bitmese belki de hiç irtibat kuramayacaktı. Bunun gibi birçok “rast gitme” olayı soygunun başarısını arttırıyor.

Soyguna zamanla rehineler de destek olmaya başlıyorlar ki bu da senaryonun tuhaf taraflarından. Senaryonun tuhaf tarafları saymakla bitmezken birkaçını burada zikretmek istiyorum. En başta, rehinelerin birbirinden “avel” oluşu, Stockholm Sendromunu sadece biri yaşaması, kendi içlerine çatışan rehinelerin varlığı, başkaldıyı olabildiğince saçma şekilde düzenleyen “Arturito”, duygularına yenik düşen polis müfettişi, kendi adamlarına bile ihaneti yakıştıran polis teşkilatı adamcıkları, müfettiş yardımcısı Angel’in onulmaz aşkının sonuçları… Her biri, dikkatli ve detaycı izleyiciyi sıkacak ve diziden koparacaktır.

Bir de özellikle eklemek isterim ki, soygunun başkaldırı, sosyalizm, Robin Hood’çuluk kılıfına sokulması sadece lafta kalmış, soyguncularımız paralarını alıp kaçıp gitmiştir. Bir senaryo aldatmacası olarak karşımıza gelen bu durum senaryoya bağlı kalmamızı sağlamış. İlginç bir şekilde dizinin sonunda da sorgulamıyoruz bu durumu. Demek ki sosyalizm dizilerde bile amaç değil araç olarak kullanılıyormuş.

Spoiler bitti.

La Casa De Papel, genel olarak izlenebilir bir dizi olmuş. Eksi yönleri, artı yönlerine göre fazla olsa da sürükleyici senaryosu ve sonunu merak ettirmesiyle izleyen kişiyi ekran başına kilitleyip devam ettirtmeyi başarıyor. Netflix’in 9 bölümünü 13 bölüm haline getirmesiyle 19 bölüme çıkan ama orijinalinde 15 bölüm olan La Casa De Papel, ilk anından itibaren heyecanı üst düzeyde tutmaya çalışıp, izleyiciyi soyguncularla empati yapar hale getirerek sürükleyiciliği sağlama almış. Her ne kadar ara ara düşen temposu can sıksa da sonunu merak ederek izleyip bir çırpıda bitirebiliyorsunuz.

Genel olarak ele aldığımızda, La Casa De Papel bana bir hocamın sözünü hatırlattı. Bir gün derste “Plan nedir” diye sormuştu. Birçok kişi suskun kaldı, bazıları da cevap vermeye çalıştı. Ama cevabı hocamız yine kendisi verdi: “Plan, iyimser tahminlerdir”. La Casa De Papel, iyimser tahminler üzerine kurulu bir soygunu anlatıyor. Profesör’ün detaylı çalışması bir yerden sonra kendisine bile fayda vermezken, rast gelmeler, karşı tarafın yanlışları derken işin sonunu görüyoruz.

Sonuç olarak La Casa De Papel, sürükleyiciliği ve sıradan bir konuyu kısa kesip uzatmadan bitirmesiyle başarılı bir çalışma olmuş. 10 üzerinden 8 puan verdim ama 100 üzerinden 75 ancak veririm.

Oyunculuklara gelecek olursak, Profesör rolündeki Alvaro Morte, Berlin rolündeki Pedro Alonso, Nairobi rolündeki Alba Flores, Raquel Murillo rolündeki Itziar Ituno rollerinin haklarını vererek oynamışlar. Tokyo rolündeki Ursula Corbero “güzel” kategorisinden girmiş, ilgiyi çekmiş, başrole oturmuş ama olmamış bir oyunculukla karşımıza çıkmış. Ayrıca, dizide hakkı yenmiş, gıcık olarak gösterilmiş olsa da Arturo Roman rolündeki Enrique Arce de özellikle tebrik edilmesi gereken bir oyuncu.

Son olarak bir ekleme de yapmak istiyorum. İspanyolca’daki Casa kelimesi ile dilimizdeki Kasa kelimesi her ne kadar fonetik olarak uyumlu olsa da La Casa De Papel “Para Kasası” demek değil maalesef. Casa İspanyolca’da Ev demek. Yani La Casa De Papel “Kağıt Ev, Kağıthane” şeklinde çevrilebilir. Dizinin para hırsızlığını düşündüğümüzde bu ismin neden böyle seçildiğini anlayabiliriz.

Dizinin en çok merak edilen şarkısını da buraya ekleyerek sözlerimi sonlandırıyorum.

COMMENTS

Just say Your opinion.

  • Batuhan İmamoğlu

    20 Ocak 2019

    Tokyo’ya hastayım. Güzel diziydi. Üçüncü sezonu da bekliyorum.

    Reply
YOUR COMMENT