İnsan tabiatın hırçın çocuğudur. Diğer tüm canlılar bulundukları sistemin bir parçasıyken insan aklı ile o sistemi yönetmek hatta hırsı ile yıkmak ister. Çünkü hedefleri vardır, amaçları vardır, başarıyı ve büyüklenmeyi, daha rahat yaşamayı, saygınlığı tercih etmiştir. Bu sebeple, insanın bu sınırsızlığını sınırlandırmak için dinsel öğretiler ortaya çıkmış, insan kendi kendisine bile sınır koymak için birçok eser ortaya koymuştur. İnsanın bu gözü dönmüşlüğünü anlatan birçok sanat eseri vardır örneğin. Sanat, insanı insana anlatan en önemli insan yapısıdır anlayacağınız. Haliyle, edebiyat, müzik, resim, mimari derken son yüzyılın yeni sanatı “sinema” da insana kendisini anlatmayı tercih etmiştir çoğu zaman. Sinemanın “çerez” tabir edilen, izle unut eserlerini saymazsak, bir şey anlatma derdi ile dolu olan birçok eseri vardır. Son zamanlarda bunu çok iyi bir şekilde yapabilen eserler çok az çıksa da, çıkanları da başyapıt haline geliyorlar. İşte bu yazımın konusu da birçok Oscar adaylığı ve ödülü bulunan La La Land.
İnsan İnsan
Ozan demiş, “İnsan insan derler idi, İnsan nedir şimdi bildim” diye. İnsan, tüm yaptıklarıyla dünyada kalıcı veya geçici iz bırakmış bir canlı. Yaşadıkları, hırsları, amaçları, amacı için yaptıkları derken koskoca yaşamını kendisi için doldurup göçüp gider bu diyardan. Psikolojiye giren konuları deştikçe daha da derine iner konu ama asla kesin bir sonuç çıkmaz. Davranış, insandan insana değişen, her insanın bambaşka yollarla bambaşka sonuçlara vardığı bir alandır. İşte filmimiz de, klasik, daha doğrusu “klişe” bir konu üzerinden farklı bir perspektif sunarak bize bizi anlatmaya çalışmış.
La La Land, bir müzikal gibi gözüken ama müzikal olmayan bir eser. Müzik eserlerinin yoğunluğu bulunuyor ve anlatmak istediğini bu eserleri kullanarak anlatıyor. Tahmin edilebileceği gibi bir aşk hikayesini anlatan La La Land, türüne aşina olmayan kişilere sıkıcı gelebilecek bir film ama sıkılmaya rağmen izlerseniz sonunda ağızda bir tat bırakıp size veda edecektir.
La La Land, konuyu işleyiş bakımından müzik ögelerini kullansa da, gizli işaretleri, diyalogları ve anlatmak istediği ile bir müzikalden ziyade bir edebi eser gibi olmuş. Kahramanlarımız Mia (Emma Stone) ve Sebastian (Ryan Gosling), amaçları uğruna yaşayan, kariyer hedefleri olan, bunu gerçekleştirmek için hoşlarına gitmeyen konumlarda bulunmak zorunda kalan iki idealist insandır. Mia, film stüdyosunda yer alan bir kafede çalışmaktadır ama hedefi aktrist olmaktır. Sebastian ise çok sevdiği caz müziğine “ihanet” edercesine restoranlarda çalışan, açtığı mekanı kapatmak zorunda kalan bir müzisyendir. Bir gün bu ikilinin yolları kesişir ve ilk başlarda birbirlerine “aksi” davransalar da zamanla birbirlerine aşık olurlar. Hikaye de bundan sonra başlar zaten.
Dikkat! Bu kısımdan sonrası spoiler içerir!
Mia ve Sebastian, çeşitli tesadüflerle karşılaşan iki kahramanımız. İlk karşılaşmada trafikte birbirlerine söylenirler, ikinci karşılaşmada restoranda Sebastian’ın kötü bir anına denk gelir Mia ve yine kötü bir karşılaşma yaşanır. Çünkü “Kış“tadır ikisi de. Hayallerini gerçekleştirememiş, istemedikleri durumlarda olmuş, sıfıra yaklaşmış bu iki idealist, işlerin biraz düzelmeye başladığı “Bahar” zamanı karşılaşırlar tekrar. Ve, birbirlerini dinleme şansları olur. Farklı alanlarda olsalar da, farklı amaçları olsa da ikisi de konuşacak konular bulurlar ve birbirlerine ısınmaya başlarlar. Ama Mia bir başkası ile ilişkisi olan bir insandır. Sebastian da durumundan ötürü bazı amaçlarını ertelemiştir. Ama ilk fırsatta bir araya gelip birbirlerine aşık olurlar. İşte “Yaz” da böyle başlar. Mia, Sebastian ile beraber hayatına anlam katmıştır ve uğruna hukuk eğitimini bıraktığı aktristliğe ve oyun yazarlığına sarılmıştır. Sebastian da ikisinin daha iyi bir hayat sürmesi için çok sevdiği caz müziğe “ihanet eden” arkadaşının grubuna katılmış ve turnelere çıkmaya, albüm çıkarmaya başlamıştır. La La Land, bu iki farklı karakterin amaçlarını gerçekleştirirken neler yaşadıklarına odaklanan, amaçları uğruna hayatlarındaki fedakarlıkları bize anlatan bir filmdir.
Tabii ki her yazın bir sonbaharı vardır. İkili de aşkının doruklarından düşmeye başlarlar. Mia, seçilemediği roller sebebiyle umutsuzluğa düşmüşken Sebastian ile kendine gelmiş ve oyun yazmıştır. Zor bela bulduğu bir tiyatro sahnesinde tek kişilik oyununu oynamak için hazırlıklara başlamıştır. Ama ilk oyunu başarısızlıkla sonuçlanır. Üstelik Sebastian, albüm için fotoğraf çekimi olduğundan dolayı oyunu izlemeye gelmemiştir. Bunun üzerine Mia, tası tarağı toplayıp babasının evine dönmek üzere yola çıkar. Sebastian da yalnızlığına geri döner. Birbirlerinden uzaklaşmalarını sahne sahne bize ileten La La Land, son darbeyi sona saklamaktadır tabii ki. Bir gün Sebastian’ın evdeki telefonuna bir çağrı gelir. Arayan bir cast ajansıdır. Detayları öğrenir ve Mia’nın babasının evine ulaşır. Onu seçmeye katılmaya ikna eder. Mia, seçmeye gelir, rolünü oynar, çıkışta Sebastian ile şehre nazır bir tepede bulunan parkta konuşurlar. Sonuç belli değildir, birkaç güne açıklanacaktır. Mia, ondan belki de birkaç kelime beklemiş ve bunun için bir soru sormuştur. Cevabını alıp alamadığını da sonraki sahnelerde görürürüz.
Aradan beş sene geçmiş, Mia başarılı bir aktrist olmuştur. Evlenmiştir ve çocuk sahibi olmuştur. Eşi ise başka bir adamdır. Neden öyle olduğunu bilemiyoruz, bizim doldurmamız gerekiyor tabii ki, ama yolu bir akşam tesadüf eseri bir mekana düşer: Seb’s. Seb’s, kendisinin Sebastian’a önerdiği mekan ismidir. Sebastian aradan geçen zamanda mekanını açmış, hedefini gerçekleştirmiştir. Tıpkı Mia gibi. Ama artık başka taraftadırlar. Son bir şarkı ile yaşanabilecek hayatlarını hayal ederler ama sonra gerçeğe dönerler. Son sahnede birbirlerine hüzün, özlem ve tebrik dolu bakışlar atarak vedalaşırlar.
Spoiler bitti!
La La Land, duygularını maddiyata feda eden iki insanı anlatırken bize de dersler vermiştir aslında. Hırs ve amaçlar, insanı insan yapan şeylerden insanı uzaklaştırabilmektedir. Tamam, Mia ve Sebastian birbirlerinin hayatlarına girip katalizör etkisi yapmışlardır ama bazı şeyleri de kaybetmişlerdir. La La Land, bu bakımdan heyecanlı bir müzik değil, ağıt derecesinde hüzünlü bir şarkıdır aslında.
Hepimizin idealleri bulunuyor. Hepimiz hayatımızı şekillendirmek ve bir şeyleri başarmak istiyoruz. Bunun için vazgeçtiklerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi, duygularımızı düşünemiyoruz belki de. Anın tadını çıkarmayı bırakıp seneler sonrasını düşünüyoruz. Ya da koşarken bastığımız çiçeklerin farkında değiliz. Çünkü insanız ve bize kendimizi hatırlatacak bir şeylerin olması lazım. Sanat da bunun içindir, La La Land de bunu anlatmaya çalışmıştır.
Film Analizi
La La Land, en iyi film Oscar’ını alamamıştır belki de ama kazandığı 6 Oscar ödülü ile başarılı bir filmdir. Sebastian rolündeki Ryan Gosling, biraz “tribünlere” oynayan bir oyuncu olarak karşımıza çıkmışken, en iyi kadın oyuncu Oscar’ını Mia rolü ile kazanan Emma Stone rolünün hakkını vermiştir. IMDB’de 8.1 puan alan film, benden de 8 puan aldı. Müzikal gibi olmasından dolayı canım sıkılsa da (kendi sorunum, filmin değil 🙂 ) anlatmaya çalıştığı şeyler ile benden bu puanı sonuna kadar hak ederek almıştır. İzlenebilir bir filmdir. Ama duygusal yoğunluk yaşadığınız zamanlarda izlemenizi tavsiye etmem 😉
YOUR COMMENT