Modern Zamanların Laneti

Bu dünyada geri dönüşü olmayan tek şey zamandır. Vakit, bize verilmiş bir sermayedir ve her gün birazını kullanarak ölüme yürürüz. Bu, dünyanın bir gerçeğidir. Kullandığımız her bir dakika bize geri dönüşü olan şeyler verir. Kimi zaman dinlenme, kimi zaman para, kimi zaman aşk, kimi zaman üzüntü veya mutluluk. Her dakika, her saniye, geçtiği andan itibaren bir iz bırakır bize. Ve biz o iz ile dünyayı boyarız ufacık fırçamızla. Zamanı ne kadar övsek az. Vakte ne kadar kıymet versek yeridir. Fakat, dikkat edenler, kafasına takılanlar bilirler; zaman hiç olmadığı kadar hızlı akmaya başladı. Eskiden, mutlu olduğumuzda bile vakit o kadar yavaş geçerdi ki. Şimdi senelerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Anlamıyoruz ve gün geliyor, bizi götüren birkaç adamla uyanıyoruz gerçeğe. Sermaye olmadığı kadar hızlı tükeniyor.

Günlerin ayları kovaladığı, yılların peşinden dolu dizgin geldiği zaman dilimindeyiz. Milenyum bize uçan arabalar vermedi ama ışık hızında zaman akışına zorladı bizi. Modern zamanların laneti tam olarak budur işte. Teknolojik aletlerin başında o kadar zaman geçiriyoruz ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Televizyon karşısında geçen ömrü daha hayırlı birçok şeye harcayabilirdik. Gerçi onlara “vaktimiz olmuyor” ve yorgunluktan bitap düşmüş ruhumuz üretmeye isteksiz şekilde nefesini tüketip gidiyor.

Kapitalizme fazla laf söylenir ve her defasında eleştirilir. Biraz da biz yapalım bu işi. Üretim noktasında tüm sermayenin ve bilginin belli merkezlerde toplanması, dünyanın geri kalanını bunları tüketecek oburlar haline getirmek mecburiyetini doğurdu. Haliyle kapitalistler, ürettiklerini tükettirecek bir kitle oluşturdular. Televizyon karşısında geçen zamanın bu tüketimle dolaylı bağı vardır işte. Aynı şekilde, bir fayda sağlamayacak şekilde internette dolanmak, boşa vakit harcamak, sermayenin yani zaman sermayesinin tüketimi ve dolayısıyla üretimden yoksun hayatın tüketimin doruklarına çıkıp birer köle haline getirmesi anlamına geliyor.

Her açıdan baktığımızda işin ucu tüketime geliyor. Ömrünün neredeyse üçte birini uyuyarak geçiren bir canlı olarak zamansızlıktan şikayet edip zamanı hunharca harcamak insana özgü bir salaklık olsa gerek. Lanet dört bir yanımızı sarmış ve geçen zamana hayret ederken bulmuşken kendimizi, bir o kadar umarsızlık kıskacında öldürüyoruz binlerce saniyeleri.

Modern zamanların laneti, modern insanı ilkçağdaki atalarının durumuna döndürüyor. Teknoloji ilerlese de ondan arda kalır yanımız yok. O, ömrünü av peşinde, doğa koşullarından korumak için kendini, güvenlik sağlamakla geçiriyor ve bu kısacık ömrü onu bugünkü torunlarının “upuzun” ömürlerinden daha verimli oluyor. Her ne kadar torunlar daha çok bilgi üretse de. Çünkü modern zamanın insanı ilkçağdaki atasının uyuduğundan daha fazla uyuyor. Güneşin her dakikasını içine çekemeden, ya sabahın geç vaktinde uyanarak ya da plazalar içerisinde güneşin enerjisinden yoksun şekilde ömrünü tüketiyor. Üstelik gece gökyüzüne baktığında doğru düzgün yıldız bile göremiyor.

Ömür geçiyor demişler. Sen ne dersen de. Peki, her dakikasında şikayet ettiğimiz verimsiz zamanımızın adam gibi kullanımı için neler yapıyoruz? Kendimize bu konuda ne kadar çeki düzen veriyoruz? Ben sanmıyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki, zamanını boşa harcamayan kişiler “insan” olmanın hakkını veriyor.

Zaman önemli. Zaman kıymetli. Zaman değerli. Onu bir paçavra gibi atmamalı, kullanmalı ve geleceğe emin adımlarla yürünmeli. Zaman bizim her şeyimiz çünkü.