Sezai Karakoç’un, okurken bal yemiş gibi hissettiğim bir kitabı var: Samanyolunda Ziyafet. Ramazan ve oruç ile ilgili yazılarını okurken, “bir insan orucu ve Ramazan’ı ne kadar güzel betimleyebilir ki?” sorularınıza kallavi bir cevap alıyorsunuz. Başlık atarken de o kitabın ismine öykündüm biraz haddim olmayarak. Samanyolunda ziyafet sona ermişken bir kere daha, ben de içimdekileri dökmek istedim yüzsüzce. Ramazan, bir kere daha üzerimizdeki ışığını çekerek uzaklaştı bizden. Kervan göçünce, karanlık içerisinde kalıverdik dağlar başında bir kere daha.
İşittik ve İtaat Ettik
İşitip isyan edenlerden olmamanın alameti, işitip itaat etmektir. Ayette de öyle geçer. İdeal müslüman, işitip itaat edendir. Dünyanın dünü ve bugünü hatta geleceğinde de, işitip itaat edenlerin bir bütün halinde, mübarek zaman dilimlerini ihya edecekleri zamanlar olacaktır. Bu zaman dilimlerinde kalpler bir arada çarparken, dualar bir ağızdan edilirken, dünya, milyonlarca yıldır dönüp duran bu gezegen, milyarlarca gezegen arasından kendisinin Allah’ın halifesilerine ev sahipliği yapmasından mutlu oluyordur belki de. Dünyayı kullanarak tasvir ettiğimiz nefsin ve şeytanın menfi isteklerini, dünyanın kendisi üzerinde terk ettiğimizde, dünya bizleri cennete taşıyan bir binek haline geliveriyor çünkü. Hayatımızda kaç Ramazan, kaç oruç mevsimi, kaç bayram geçiririz bilemeyiz, ötede de hesabını yapar mıyız onu da bilemiyoruz ama “carpe diem”ci bohemlerin aksine, carpe diem diyerek günü ihya etmenin yollarına bakıyoruz her zaman. Ya da bakmak ne güzel olur diyoruz. Çünkü, Allah bizden geleceğin ibadetini istemiyor, o anın ibadetini istiyor. Ramazan’a erişip de, karşılığında O’nun mükafatlarını kazanacağımız mevsimleri ne için pas geçiyoruz bir de bunu düşünmek gerekiyor.
Bir keresinde, ilmi ile amel eden birisinden çok güzel bir söz işitmiştim. Demişti ki, “Allah indindeki konumunuzu öğrenmek istiyorsanız, kendi öncelik sıralamanızda Allah nerede ona bakın”. Hakikaten, insan kendisini muhasebe ettiğinde, kalbindeki putların farkına varıyor aniden. İnanmış insanlar, imanlarının gereğini yerine getiremiyor artık. Birçok önceliğinden imanının gereğini yerine getiremiyor. Halbuki, dünyalık hayatlarını inandıkları ahiret için çalışmaya tercih ediyorlar. İşte, eskiden daha bir “coşkulu” geçen Ramazan, bahane mevsimini gelip geçtiği şu beş-on senelik dilimde eskiye nazaran oldukça güçsüz düşüverdi insanların kalplerinde. Artık insanlar bir ritüel olarak gördükleri orucu bir şeyler bahan ederek tutmayabiliyorlar. Bu asıl mevzumuz değil tabii ki. İnsanların davranışları dini gerekliliklerde umurumda değildir. Sonuçta her insan akıl sahibidir ve inandım diyorsa ve inandığı halde gereklerini yerine getirmiyorsa bizi ırgalayan bir şey yoktur. Çünkü o kişi cezaya katlanacağını düşünebilmektedir. Ben, bahane mevsimi derken aslında şunu anlatmaya çalışıyordum. Oruç, bir irade gösterisidir. Neyin iradesi, kendi benliğine hakim olmanın. Yani, çoğu inanışta ve hak dinde yer alan oruç ibadeti insanın nefsine karşı bir duruş ortaya koymasıdır. Oruç insanın fakirlerin halinden anlaması değil, kendi varlığından daha büyük bir varlığın emri ile kendi isteklerini kısıtlaması ve bununla O’nun nezdinde yükselmek istemesidir. Evet, oruç tutuyoruz ama ağzımıza tutturduğumuz orucu başka uzuvlarımıza da tutturuyor muyuz?
Bedenin Orucu
Oruç, yemekten, içmekten ve cinsel isteklerden uzakta kalmaktan ibaret değildir. Oruç tutmak bir irade gösterisidir. Yemeyi kesen bünye gün boyu yemek düşündüğünde orucunu sakatlayabilir bir şekilde. Çünkü iradesini dizginleyememiş ve iftarı beklemiştir dört gözle. Yine, oruç tutup cinsel arzulardan uzak duran kişi yolda giderken harama baktığında da orucunu sakatlamış olur. Çünkü nefsi ağır basmış ve ibadetin ruhuna kara çalmıştır bu yaptığı. Aynı şekilde, dua etmesi, güzel söz söylemesi, Kur’an okuması gereken dil iftira edip, yalan söyleyip, dedikodu yapmaya devam ediyorsa yine o oruç yıpranmış, sakatlanmış demektir.
Velhasıl, Ramazan külli olarak bir arınma ve nefsi kontrol altına alma mevsimidir. Oruçla kişi, iradesini kuvvetlendirip, kendisini Yaratan kişiye “iradem senin iradene teslimdir” demektedir. Fakirlerin halinden anlamak, sığ bir bakış açısı, hep beraber aynı ruh ve beden halinde olma fikri ise genel olarak iyi bir bakış açısıdır. Bu bakımdan, zengin orucu bozduktan sonra zengin, fakir orucu bozduktan sonra fakir olmaya devam ediyorsa ortada bir sorun var demektir. Zengin, Ramazan mevsiminde sonraki ve önceki dönemlerinden farklılık yaşamıyorsa, iradesinin ve mülkünün kaynağının sahibini tanıyamıyorsa, kendisi zengin sofralarında yüzlerce liralık yemekler yiyip fitresini diyanet miskaline göre veriyorsa ortada çok büyük sorun var demektir. Çünkü ibadetin şekli ortadayken ruhu çoktan göçüp gitmiş demektir.
Ramazan, gelip geçiyor her sene olduğu gibi. Yaz mevsimi gibi düşünün. Yaz geldiğinde ağaçlar çiçek açar, dalları uzar, büyür ve gelişirler. Yaz bittiğinde, yazdan nasibini almış ağaç daha da büyümüş ve belki tohumlarını dört bir yana saçarak neslini sürdürmüştür. Peki, insan, Ramazan mevsimi geçtiğinde büyümüş, serpilmiş, ruhen olgunluğa erişmiş midir? Sahi, iki günü müsavi olan insan zarardayken, Ramazan öncesi ve Ramazan sonrası müsavi olan insan zararda değil midir? Şimdi muhasebe zamanı işte.
YOUR COMMENT