Yoksulluk, gelir dağılımının ve “zengin” kesimin bu kadar göz önünde olduğu devrimizde daha ağır, daha zor bir durum artık. Sanayi devriminden önce başkentler dışında derebeyleri ve birkaç toprak ağası dışında zengin bulunmazdı ve insanlar yoksulluklarını hissetmez, zenginliğin ihtiyaç olan bir durum olduğundan haberleri bile olmazlardı. Günümüzde hayat standartları bizi daha fazla kazanmaya zorluyor. Haliyle hayatımızdan zevk alamıyoruz. Daha fazla çalışıyoruz, daha fazla para kazanmak için uğraşıyoruz, senelerimizi kredi ödemek için heba ediyoruz. Sonuç olarak da daha fazla mutsuzluk elde ediyoruz. Mutlu olmayı beceremediğimizden değil, mutlu olmak istemediğimizden mutlu olamıyoruz. Bu halimiz de içimizden “düşünen” insanlara hikayeler haline geliyor. Jose Mauro De Vasconcelos, Brezilya’nın yoksulluğunu iliklerine kadar yaşamış bir yazar. O, yoksulluğu ve hiçbir şeye sahip olamadan geçen çocukluk çağını çok iyi bilen birisi. Kendi deyimiyle 12 günde yazdığı ama 20 yıl içinde tuttuğu kitabında da bu göze çarpıyor: Şeker Portakalı. Minicik bir çocuğun acıyla tanışmasını konu edindiği kitabı dünyayı etkilemeye devam ediyor.
Kitap Analizi
Bizim Minik Şeker Portakalı Ağacımız
Zeze, 5 yaşında ama okula gitmek için 6 gibi gözüken, hayalleri dünyadan daha büyük minik bir çocuk. Okumayı kendi kendine öğreniyor, yeni şeyler öğrenmek için dayısıyla sürekli konuşuyor, yeni yerler keşfediyor, bize sıradan gelen şeyleri hayal dünyasına göre şekillendirip kendi dünyasında yaşıyor. Kahramanımız Zeze, bize kendisini öyle sevdiriyor, öyle alıştırıyor ki artık empati sınırını geçip direkt Zeze oluveriyoruz. Vasconcelos’un dediğine göre kendi hayatından izler taşıyan bu karakter ile yoksulluğu iliklerimize kadar yaşıyor, olmayan imkanlardan dolayı yepyeni şeyler hayal edip onun konuştuğu gibi konuşuyor, onun düşündüğü gibi düşünüyoruz. Hikaye anlatımındaki başarısından dolayı Vasconcelos, Zeze’yi bize öyle bir sevdiriyor ki yaşadığı her şeyi biz de yaşıyoruz.
Çok detaya girmeden, kitabın konusunu size aktarmak istiyorum. Zeze, ailesi ve kardeşleriyle yoksulluk içinde yaşayan bir çocuktur. Akıllıdır, yaramazdır, meraklıdır, kaşiftir. Evlerinin kümesini bir hayvanat bahçesi gibi hayal eder, yeni taşındıkları evin bahçesindeki portakal ağacıyla konuşur, çokça yaramazlık yapar, dayak yer, sevgiyi evde göremez, kalp kırdığında gönül almasını bilir, öğretmenini çok sever, derslerini çok iyi yapar, akranlarından daha üstündür ve bu sadece bilgi ve ders olarak değil gönül olarak da böyledir. Ve Zeze birgün, kaldıramadığı bir acıyla yüzleşecek ve bunu ömrü boyunca unutamayacaktır.
Yoksulluk İçimizde
Zeze’nin, imkansızlıklardan sıyrılıp kendisine bambaşka bir dünya çizmesi, dünyayı keşfetmesi, kendisini keşfetmesi, hayvan sevgisi, arkadaşlığı, girişimciliği derken onun baktığı pencere bizim penceremiz oluveriyor. Babasının işsiz olması ve iş araması, bu sebeple agresif olup Zeze’yi dövmesi, annenin işte çalışması ve büyük kardeşlerin Zeze’ye ve küçük kardeşlere bakması, Zeze’nin noelde hediye alamaması ve yaşadığı hayal kırıklığı derken birçok açıdan Zeze ile kendimizi bütünleştiriyor ve onun yaşadıklarını yaşıyoruz. Yoksulluğu hissediyoruz Şeker Portakalı ile.
Zeze’nin azıcık sevgi gördüğünde bile yaramazlıkları bırakması ve çalışkan bir öğrenci olarak okulda tanınması, Portuga ile olan ilişkisi derken asıl yoksulluğun sevgisizlik olduğunu öğreniyoruz minicik bir çocuktan. Şeker Portakalı bize sevginin ve sevmenin nasıl değerli olduğunu ve nasıl bir hazine olduğunu gösteriyor.
Mutlu olamama, mutsuzluk, sevgisizlik 20 ve 21. yy’ın en büyük yoksulluğudur aslında. Brezilya’nın varoşlarından yükselen bu ses tüm dünyada yankılanıp duruyor. Minicik bir çocuk ve yaşadıkları tüm dünyaya bir şeyler anlatıyor.
Hüzündür Bize Kalan
Kitap, süper kahramanların olduğu, mutlu sonların yaşandığı, her şeyin düzeldiği bir hikayeyi değil, tüm çıplaklığı ile gerçekleri anlatıyor. Hayatı birebir gösteriyor. Kurulan hayallerin nasıl bir anda uçup gittiğini, planların gereksiz olduğunu, en çok sevdiğimiz şeyin bir anda elimizden gidebileceğini, kısaca hayatı anlatıyor. Bu kitap, gerçeğin bir yansıması ve Zeze de çok değil, yirmi sene öncesine kadar İstanbul varoşlarında karşılaşabileceğimiz bir çocuk. Çocuk nerede olursa olsun değişmiyor ve Vasconcelos da bunu bize çok güzel aktarıyor.
2013’ün ilk aylarında bu kitapla ilgili bir tartışma başlamıştı. 100 Temel Eser’den birisi olan Şeker Portakalı, “örf ve adetlerimize” ters düştüğü için kitabı öneren bir öğretmene dava açılmıştı. Kitapta, örf ve adetlerimize uymayan bir kısım görmedim. Ama başka bir açıdan bakarsak, kitabı çocukların değil bilhassa yetişkinlerin okuması gerekiyor. Çocuk aklı ile anlaşılamayacak birçok şeyi erişkinken anlayabiliyorsunuz. Bu kitap, özellikle “her şeyi olan”, mutlu olmayı pahalı hediyelerle eşleştiren günümüz çocuklarına hiçbir şey ifade etmeyecektir. Tam tersine, onları bu hale getirecek anne babalara çok şey anlatmaktadır. Çocuk sahibi olacak her kişinin bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum.
Kitap Tecrübem
Şeker Portakalı kitabının Can Yayınlarından çıkan basımını edinmiştim. Çıktığı ve Türkçe’ye çevrildiği günden beri 128 baskı yapan bu kitabın 125. baskısını edinmiştim. Kitapta imla hatası, dizgi hatası veya benzeri bir hata ile karşılaşmadım. Bazı sayfaları, basım sırasında doğru kesilememiş sanırım, bu sebeple birkaç sayfası hizalı değildi. Bunların dışında, okunması kolay, gözü ve eli yormayan güzel bir baskı olmuş.
Şeker Portakalı, 182 sayfadan oluşuyor. Can Yayınları tarafından baskısı yapılan kitabı Can Yayınlarının web sitesinden inceleyebilirsiniz.
Kitaba 10 üzerinden 9 veriyorum. Siz de çok beğeneceksiniz bence.
Ayrıca, kitabın aynı isimli bir de filmi bulunuyor. İzlemedim, ama izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum.
YOUR COMMENT