Kelimeler salt hece yığını değillerdir. Her bir harf, her bir hece, kelimeyi bambaşka bir anlama sokar. Kelimeler birer duruştur aslında, dilin akrabaları arasındaki konumunu belirten. Kelimelere yüklenen anlamlar, onun zaman içerisinde kazandığı değer ve kullanım şekli, kelimeyi dildeki müstesna yerine yerleştirir. Bu da yılların tecrübesi ile gerçekleşir.
Dil devrimi, Türkçenin zaman içerisindeki tecrübesini birkaç sene içinde sıfırlamış ve sıfır kilometre taptaze kelimeleri hayatımıza sokmuştu. Bu da aslında kelimelere yüklenen anlamları bir kenara bırakarak yeni bir sosyal sistemin kurulmasını sağladı. Ben bu konuya girmeden, neden böyle bir giriş yaptığımı açıklamaya çalışacağım.
Eğitim sistemi, sosyal yapının en önemli parçasıdır. Eğitim, ham toplumu bir millet haline getirme sistemidir. 19. yy’dan itibaren tabana yayılan eğitim sisteminin tek gayesi aslında budur. Anadolu coğrafyasını ele aldığımızda, tarihten bugüne eğitim sisteminin gelişimi konsantre bir üründen seyretilmiş bir ürüne dönüşme süreci olarak değerlendirebiliriz. Eğitim, medreseler ve devletin özel akademileri (enderun, harem gibi) daha çok, eğitime uygun kişileri eğitmek ve onların eğitimle belirli yerlere gelmesini sağlamak üzerine kurulu bir sistemden, herkese aynı eğitimi verip herkesi üniversite mezunu bireyler haline getirmeye çalışan sisteme dönüştü. Burada işte bahsetmek istediğim şeye geliyorum. Bugün hala kullanılan ama genel olarak tercih edilmeyen “talebe” kelimesi, eğitim sistemimizin bir özeti aslında. Talebe, talep eden demektir. Yani, eğitim gören birisinin talebe olması, onun ilmi talep etmesi demek oluyordu. İlmi talep eden birey, eğitimini sürdürmek için coğrafyalar değiştirebiliyordu. Anadolu’dan kalkıp Bağdat’a, Mısır’a, Semerkant’a, Buhara’ya giden kişiler eğitimlerini devam ettiriyorlar ve bu gaye üzerine yollarda seneler geçirebiliyorlardı. Bugün, talebe “öğrenci”ye dönüşüverdi. Edilgen bir kelime olan öğrenci, öğretilen, eğitilen kişi gibi anlamlara gelebiliyor. Öğrenci bugün, okula gitmeye bile tenezzül etmeyen, hapishane içerisindeymiş gibi okula tıkılan ve etrafı dikenli tellerle çevrilen, okumaktan ziyade dolaşmak, oyun oynamak, zaman öldürmek isteyen kişiler olmuşlardır. Okulların sıkıcı, mecburi ortamı “öğrenci”yi zorluyor, eğitime olan isteğini öldürüyor. Yani kelimeler hayata bire bir dokunuyorlar ve kelimeler sosyal yapıyı etkileyebiliyorlar.
Talebe’den Öğrenci’ye
İlmi talep edenden, ilmin zorla öğretildiği kişiye evrilen eğitim alan kişi, eğitim sisteminin değişimini de gözler önüne sermektedir. Halkın tamamına yayılan seyretilmiş ilim, halkı bir tebaa haline getirme projesinin aslında ne kadar tehlikeli olduğunu da göstermektedir. Müfredatın git gide ağırlaştığı, sistemde yükselmenin sınavlara bağlandığı, 2-3 saatlik imtihanlarla geleceğin şekillendirildiği eğitim sistemi, ilmi, gerçekten talep eden ve gerçek bir ilim insanı olabilecek kişileri çarkları arasında ezmektedir. Becerisine göre bir bölüme gidemeyen, eğitim alması için gitmesi gereken yerlere gidemeyen, eğitim araç gereçlerine istediği zaman erişemeyen bu kişiler, ülkenin kayıp hazineleri haline gelebiliyorlar. Müstemleke ülkelerinde görülen bu iğrenç yapı, bir sömürge ülkesiymişiz gibi ülkemizde de görülüyor ve eğitim sistemi devleti ileri götürmesi gerekirken kalitesiz bir neslin ortaya çıkmasını sağlıyor.
Çözüm?
Bu sorunun çözümü çok basit aslında. Eğitimi, ilgilenen kişiye vermek. Bir çocuk, gerek ölçme ve değerlendirmeler sonucu, gerekse kendi inisiyatifi ile, temel eğitimden sonrasını okumak istemiyorsa okutulmayacak. Onun lisede öğrendiği türev, integral, dolaşım sistemi, fizik kanunları, edebiyatın yapı taşları, coğrafya terimleri onu daha iyi bir birey haline getirmeyecek. Mesleki okullara yönlendirilebilecek bu bireylere, meslekleri dışında ihtiyaçları olmayan şeyler anlatılmayacak. Yüksek öğrenime geçmek istediklerinde okullarındaki başarıları göz önüne alınacak, herkese sorulan sorular sorulmayacak. Birey ilmi talep edecek. Meslek olarak “öğrenciyim” diyen bir kişi öğrencilik mesleğini yerine getirecek. Zamanını eğitime, okumaya, öğrenmeye ayıracak ve formal eğitimi tamamlandığında toplumun ve kendisinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kişi olarak yaşama atılacak.
Uygulanabilir mi?
Eğitim sisteminin düzeltilmesi için ya radikal kararlar alıp zorla uygulatmak ya da sosyolojik yapıyı değiştirmek, zihniyete dokunmak gerekir. İnsanların ön lisans programlarına “gerizekalıların gittiği bölümler” olarak bakmamaları sağlanacak mesela. Sınavdan düşük alan öğrenciye aptal muamelesi çekilmeyecek. Sınavın, yüksek öğrenimin bir seçim sistemi olduğu, sınavdan düşük almanın zeka geriliğine işaret olmadığının, 4 yıllık bölümler okumananın aptallık işareti olmadığının insanlarca anlaşılması gerekmektedir. Zihniyet değişince zaten daha iyi bir eğitim ortaya çıkacaktır.
Sözlerimi, Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum:
“Hazır ahlaki ve siyasi çözümler takdim eden veya zorla kabul ettiren okul, kültür açısından barbarcadır. Böyle bir okul serbest şahsiyetler değil, tebaa yetiştirir. Bu vasfiyle belki medeniyete katkısı olur, fakat kültürü geriye götürür.”