Stefan Zweig ve eserleriyle tanışmam bir Zweig akımı ile gerçekleşti aslında. Daha önce hiçbir kitabını almadığım bir yazarı, hiç sevmesem de, popüler akıma kapılarak öğrendim ve “bir bakalım nasılmış” diyerek yazarın kitabını edindim. İlk okuduğum eseri Satranç‘tı. Satranç’taki akıcılığı, anlatımı, vermek ve anlatmak istediklerini görünce Zweig’ın iyi bir yazar olduğu kanaatine vardım ve başka eserlerini de edindim. İçerikten bağımsız, sadece yazar ismine göre kitaplarını seçiyordum artık. Zira, kalemine güvendiğim birisi olmuştur Zweig. Bunu çoğu yazar için düşünmem ama kendisi bu kategoridedir artık. İşte, ismine ve içeriğine hakim olmadan edindiğim eserlerinden birisi de Mecburiyet. Mecburiyet, Zweig’ın kendisini anlattığı bir eseri aslında. Biz, onu başka bir isimle vücut bulmuş olarak görüyoruz kitapta. Ve onun hissettiklerini hissediyoruz en küçük parçamıza kadar.
Kitap Analizi
Vicdani Retçi!
Avam kesimin “entel, fularlı” gibi tanımlarla aşağıladıkları entelektüel kesim, sorgulayıcı düşünme güdüleriyle toplumun birçok “değeri” ile zıtlıklar yaşayabilmektedirler. Bu, batının üstünlüğü sebebiyle aşağılık duygusu kabarmış ülkemiz entelektüellerinde histeri noktasındayken, sadece bizde değil dünyanın bütün ülkelerinde yaşanabilmektedir. Kitapta Zweig, aslında kendisini resmetmiştir. Savaşın “iğrençliğinden” kaçan ressam Ferdinand ve karısı Paula, insanın vahşiliğine karşı koymuşlar ve “hümanist” duygularla savaşı reddetmişler. Bu sebeple kendi vatanlarını bırakıp İsviçre’ye yerleşmişler. Bir müddet kaçmayı başaran ve savaştan uzak durabilen bu hümanist ailemiz, hayatları birkaç günlüğüne sarsılacak bir olay yaşar ve bu birkaç günlük olay Zweig’ın eşsiz anlatımı ile kitaplaşır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında kendisinin ve çevresinin yaşadığı zorlukları Ferdinand karakteri ile anlatmaya çalışan Zweig, Mecburiyet adlı kitabında zorbalığın kendi akıl sağlığında ne gibi olumsuzluk oluşturduğunu da bir bakıma anlatmıştır. Her ne kadar zorba sisteme ve zorbalık gösterisine karşı çıksa ve vicdanen reddetse de bir yanı, kendisinin “devlet”e ait olduğunu biliyor ve istemeyerek de olsa bir şeylere evet diyebilmenin ne olduğunu anlatıyor. Ferdinand, karısını kaybetme riskine rağmen alıp başını gidebiliyor mesela. Bu buhranı aşmak için bir başka buhranla yüzleşmesi gerekiyor insanın. Ferdinand da bunu en kötü haliyle yaşıyor.
Mecburiyet mi Zorunluluk mu?
Her insan bir devlete mensup olarak dünyaya geliyor. Ve istese de istemese de bu devletin kurallarına bağlı oluyor. Sisteme uyan ve sistemde bir dişli haline gelen insan durumunu asla ve asla sorgulamazken, “neden” diyebilenler maddi veya manevi zorluklar yaşayabiliyorlar. “Dünya Vatandaşı” olma hakkı olsa birçoğu bunu seçecek ve Mülksüzler‘deki gibi belki bir başka gezegene göçebilecek bu topluluk için şu an bu imkan olmadığından çoğu zorluk yaşıyor, sisteme dahil oluyor veya tüm “entelektüel” birikimini sisteme feda edebiliyor. Zweig, meburiyeti bize resmederek bu kesimin neler yaşadığını bir bakıma anlatıyor.
Zweig, madden “sistem”den kaçan Ferdinand’ın, içindeki “sistem adamı”ndan da kaçışını çok güzel resmetmiştir. İlmel yakin noktasından aynel yakin’e geçişi çok güzel anlatmıştır Zweig. Bilmeden de olsa.
Mecburiyet, kısa ama sarsıcı bir hikaye. Vicdana, sistem karşıtlığına, hümanizme, insan olmaya bir methiye aslında. Mutlaka edinip okumalısınız.
Kitap Tecrübem
İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan Mecburiyet, 50 sayfadan oluşan kısa ama etkili bir hikaye kitabı. Kitapta herhangi bir imla ve dizgi hatasına denk gelmedim. Okuması kolay ve kalitesi iyi bir kitap. İçinden çıkan özel ayracı ise cabası 🙂
Kitabı İş Bankası Kültür Yayınları’nın web sitesinden inceleyebilirsiniz.
YOUR COMMENT